Yansıtma Teorileri

İdealar ve Yansımalar

Edebiyat teorilerinin dayanak noktası, varlık ile ilgili ilk yorumların dayanak noktasına bağlı olarak gelişir. Ontolojik bakış açısına göre, insanoğlu evvela “Hayat ve varlık nedir, insan ve eşya nedir, aralarında nasıl bir alâka vardır? Niçin bu dünyadayız? Doğum ve ölüm nedir? Niçin vardır? İnsan ve kâinat ilişkisi nasıl kurulmuştur? Varlığı kim kurmuştur? Yaratıcı, Allah nasıl bir varlıktır? Başlangıç ve son nedir?” gibi sorulara cevap aramalı ondan sonra insan elinden çıkan eserlere yönelmelidir. “Tarih nedir, ilim nedir, edebiyat nedir?” gibi sorular ikinci aşama sorularıdır.

Bu tür soruların cevapları aranırken Sokrates’in anlattığı ve talebesi Eflatun’un eserlerinde yorumladığı varlığın oluşması ve varlıkta yansıyan verilerin değerlendirilmesi meselesinde bir sistem yakalanır. Başlangıçta insanoğluna hediye edilen kâinat ve vücut gibi değerlerin insanoğlunun yapıp ettiği işlerle alakası araştırılırken edebiyat ve edebi türler hakkında düşünceler teşekkül eder (şekillenir).

Sokrates (MÖ 470-399), Eflatun (MÖ 427-347) ve Aristo’dan (MÖ 384-322) önce eski Yunan medeniyetinde “Doğa Felsefesi” adı verilen bir öğreti gelişmiş ve düşünürler, ‘Kâinat nedir? Varlık nedir?” sorularına cevap ararken tabiatı esas almaya başlamışlardır. Buna göre, tabiatın ana maddesi bulunursa hayatta görülen bütün objelerin meydana gelişine ait yeni fikirler bulmak kolaylaşacaktır, insan elinden çıkmış objelerin, mesela edebî eserlerin, gerçek mahiyetinin ne olduğu da doğanın verilerine bakılarak düşünülecektir. Doğa filozofları, varlığı doğaya bakarak açıklamak ister ve tabiatın ana maddesinin (ark’ının) ne olduğunu araştırır. Her biri farklı maddelere bakarak varlığı açıklamaya çalışmışlardır.

Tales, ark teorisini su’ya bağlar. Ona göre varlığın aslı su’dur. Her şey sudan (veya su içinde ya da suya bağlı) oluşmuştur. Anaximandros, ilk oluşumu “aperion” yani sonsuzluk diye isimlendirmiş; Anaximenes, ilk oluşumun hava, ruh ve madde olabileceğini söylemiş.

Heraklitos ilk oluşumu ateş’e, Pythagoras, sayı ve rakamlara bağlamıştır. Bir müddet sonra Yunan kültüründe düşüncenin hareket noktası doğa-tabiat-eşya olmaktan çıkıp insana yönelmiş böylece “insan felsefesi” denilen bir düşünce sistemi doğmuştur

İnsan felsefesinin ustaları, tabiatla ilgilenmekle birlikte, insanın yaptıklarını da değerlendirmişlerdir. İnsan felsefecileri bir müddet sonra kendilerine sofist adını verirler. Sofist bilgili, bilge demektir. Önceleri sofistlerden etkilenen ama onlardan farklı bir yol arayan Sokrates, bu gelişmelerden sonra ortaya çıkar. Sokrates, daha önce sofistlerin İlgilendiği ana kavramları düşünür. Fayda ve haz üzerinde çokça duran sofistlerin düşüncelerini inceler ve gerçek kavramı üzerinde yoğunlaşır. (Gerçek nedir? Bu dünyanın gerçeği neye bağlıdır? Gerçek nasıl algılanır? Fayda ve haz nedir?) Sokrat, sanı (zannetmek) ve bilgi üzerinde durur, bilgiye ulaşmak için diyalog metodunu kullanır. “Bir şey biliyorum, o da hiç bir şey bilmediğimdir.” diyerek sofistlerin bilgeliği meselesini kendince yorumlar.

Boylece mimesis, idea, katharsis, eidola gibi ana kavramlar ortaya çıkar. Bu teknik terimler edebiyat bilgileri açısından yabancısı olduğumuz kullanımlardır. Bu terimler anlaşılmadan Yansıtma teorileri ve buna bağlı düşünce sistemleri anlaşılamaz.

Eflatun erdem, bilgi ve idea kavramları üzerinde durur; iyi, ölümsüz ruh, bilgi, erdem, hipotez kavramlarını irdelerken Sokrat’ın diyaloglarını kullanır. Akıl ve sürüsü (beyaz at, yağız at; iyi ve kötü), duygunun akıl ile dengelenmesi gibi örnekleri idea fikrine bağlar. Eflatun, idealar dünyasının düşünülmesi gerektiğini öncelikle ifade eder (sedir örneği).

Bizim vücudumuz da dâhil olmak üzere etrafımızda gördüğümüz her obje mimesis’tir. Mimesis yansıma, taklit, kopya gibi anlamlar taşır. Mimesisin olabilmesi için önce bir fikir (idea) gereklidir. Kâinatın ve içindeki varlıkların onlar varolmadan önce düşünce olarak belirmesi gerekir. Bu düşünceye bağlı olarak kâinatın bir planı olmadan kendisi var olamaz. Bu düşünce ve plana idea denir. Kâinatın mimesis olarak isimlendirilmesinden yola çıkarak kâinata mimesisi, sanat eserlerine mimesis diyebiliriz.

İdea

Yaratıcı’nın bilgisinde bulunan sedir yapma fikri

Mimesis 1.

Marangozun ihtiyaç ve içe doğma ile ağaçtan yaptığı sedir

Mimesis 2.

Marangozun sedirine bakarak ressamın çizdiği sedir resmi

Eidola

Marangozun yaptığı sedirin cilalı yüzünde yansıyan resim

Katharsis

İnsanın edebî eserde kötüyü görüp etkilenmesi ve arınması

Bu görüşe göre duyular dünyası ile algıladığımız mimesis gerçek olamaz. Asıl gerçek, mimesisin ana hatlarını planlayan ideadır. Mimesis, ideanın bir formatıdır. İdeanın bir sembolü ve göstergesi olan mimesis, başta beş duyu olmak üzere duyularla algıla-nırken bizi yanıltabilir. Gerçek olan, ideadır. İdea gerçeğinden varlıklar dünyası olan mimesise gerçekler yansımıştır. Biz gerçeği mimesise bakarak görürüz; mimesisi, varlığı, hayatı okuruz ve ideayı anlayabilirsek gerçeğe ulaşmış oluruz. Gerçekler dünyası olan ideadan yansımalar, taklitler, kopyalar yoluyla mimesis oluşmuştur. Sanat ve edebiyat da aslında bin mimesistir ve onun gerçek değeri, idealar bulunarak anlaşılır.

Platon’un Devlet Diyaloğu’na dayanan bu teori, sanat eserinin nasıl incelenmesi gerektiğini, onun mahiyetine ve kısmen fonksiyonuna bağlayarak anlatır. Buna göre, her sanat eseri, bir taklittir. Yansıtma kuramına göre, Platon’un sedir örneğinde görüldüğü gibi, üç tür gerçek vardır: Birincisi sedir ideasıdır ki Tanrı tarafından yaratılır, İkincisi marangozun yaptığı sedirdir, üçüncüsü ressamın çizdiği sedir resmidir, işte, bu resim ve buna bağlanarak ortaya çıkan sanat eseri, bir taklittir.

Platon, mimesis terimi ile birlikte, varlığın, idea hakikatinden akseden gölgeler dünyası olduğunu söyler. Böylece mağara teorisi, mağara örneği veya mağara istiaresi denilen bir terim daha belirir. Yüzü mağaraya dönük olarak oturan insanlar, mağara duvarını seyreder. Mağara ağzından içeriye güneş ışığı gelmektedir. Mağara ile güneş ışıkları arasında bir duvar, duvarın üstünde çeşitli objeler ve insanlar vardır. Mağarada sırtı dış dünyaya dönük, yüzü mağara duvarına çevrili insanlar, duvara ne yansıyorsa onu gerçek kabul eder. Bu hayatta gerçek dediğimiz şeyler, mağara duvarına yansıyan görüntüler gibidir. Biz onları nasıl algılıyorsak bize o yüzü ile görünürler.

Yansıtma teorisine göre edebî eser, gerçek hayatta görülen objeleri yansıtır; edebî eserin örneği ya somut olarak dış dünyada veya soyut olarak insanın iç dünyasında vardır.

Yansıtma teorisi ile geleneksel tasavvuf edebiyatı anlayışının bazı prensipleri birbirine benzemektedir. Evrende bulunan her şey, bir Yüce Varlık tarafından yaratılmıştır; ondan yansımıştır. Sanat eserleri de, bu yansımanın değişik bir şekliyle ortaya çıkmıştır.

Yansıtma teorisi, günümüzde geçerli bir kuram olmasına rağmen metin tahlili için bir metot sunmasından daha çok, sanatın mahiyetini ifadeye çalıştığından bir yaklaşım biçimi olarak kullanılmaktadır.

Aristo’nun Poetika adlı eserinde görülen idea, mimesis ve katharsis kavramlarının asırlarca süren yorumlarıyla iki temel görüş ortaya çıkmıştır;
1. Sanat, genel tabiatın yansıtılmasıdır.
2. Sanat, idealleştirilmiş tabiatın yansıtılmasıdır.

Sokrates ve Platon’dan sonra Aristo, sistematik bilgi, mantık, metot, terim, türler, sınıflama gibi kavramlar üzerinde durur ve bugünkü bilimin temelini atar. İdealar dünyası duyular dünyasının içindedir diyerek Platon’un idealar fikrini yorumlar. Görülene bakarak görülmeyeni metotlu bir şekilde düşünmek, Aristo için temel fikir kabul edilebilir. Aristo’nun edebî türlere ait fikirleri önemlidir.

a) Sanat Nedir? Mahiyeti ve Sanatın İşlevi Nedir?

Platon’a göre sanat bir yansıtmadır. Mimesis (yansıtma, kopya veya taklit), sedir örneğinde görülebilir. İdea terimini su için açıklayacak olursak idea, Yaratıcı’nın planladığı su objesi ve kavramıdır. Mimesis, suyun kendisidir. Aynı zamanda mimesis suyun yansıttıklarıdır ki ona özel olarak eidola ismi verilir. Ressamın çizdiği su resmi de bir nevi (çeşit) mimesis’tlr.

b) Sanat Neyi Yansıtır?

Platon’a göre sanat şunları yansıtır:

• Yüzey gerçekliği
• Geneli ya da özü
• İdeali

c) Platon Sanata Niçin Karşı Çıkar?

İdea, hakikattir. İdeanın bir yansıtması (mimesisi) olan marangozun yaptığı sedir bir ihtiyaçtır. Bunların ikisi de faydalı, pozitif unsurlardır. Sedirin resmi ise, duyular dünyasının eseridir ve duyular dünyası bizi aldatabilir. Bu yüzden sanat bizi hakikatten uzaklaştırır.

Platon’a göre şair; bilgisiz, uzmanlık bilgisi olmayan, vecd ve ilhamın peşinde, aklı aşan yeni ufuklar peşindedir ve bu yüzden felsefeden daha aşağı bir uğraş ile ilgilidir. Burada felsefe ile estetik ve felsefe ile ahlak arasında bir yorumdan söz edilebilir.

ç) Yansıtma Kuramı’nda Ortaya Çıkan Bilgiler

  • Sanat görüneni yansıtır (dış dünya). Bu bilgi, ileride realizm adı verilen akımın ana dayanak noktası olacaktır.
  • Sanat geneli veya özü yansıtır (dış dünya). Bu bakış açısı kaynaklarda klasisizm adı verilen edebi akımların temellerini oluşturacaktır.
  • Sanat ideal olanı; gerçeği değil de bir bakışa göre olması gerekeni yansıtır (dıştan içe, içten dışa). Bu bilgi de romantizmin hareket noktasını teşkil edecektir.

Sanatın yansıttığı gerçeklik farklı olabilir:

  • Gerçekçilik (Realizm)
  • Psikolojik gerçekçilik
  • Toplumcu gerçekçilik
  • Dördüncü hüküm, realizmin ve başlangıçta realist bakış açılarıyla şekillenen parnasizm, sürrealizm, marksizm… gibi akımların hareket noktalarına yaklaştırılabilir.

d) Yansıtma Teorilerinin Sonuçları

  • Yansıtma nazariyesi, günümüze kadar etkisini sürdüren ve kendi içinde birçok farklı akımın doğmasına sebep olan bir bakış açısıdır. Bunun değeri, ontolojik metotla başlamasından kaynaklanır. Ontolojik metotta araştırıcı; önce varoluşu açıklar, kâinat, eşya ve insana dair “Ne, niçin, nasıl?” sorularını sorar ve oradan sanata ve edebiyata geçer. Yansıtma nazariyesinin başarısı, varlık kurgusunda bulunan bütün objeler için geçerli olmasından doğar.
  • Yansıtma teorilerinin sorduğu sorular ile bugün hümanizm, klasisizm, realizm ve romantizm adı verilen temel edebiyat akımlarının doğduğu, yaygınlıkla kabul edilir. Az bir hata payı ile diğer edebî akımlar, tarih içindeki gelişmelerle, bu temel akımların içinden doğmuştur, diyebiliriz
  • Felsefe tarihi, Sokrat’ın ilk terimlerini belirlediği ve Platon ile Aristo’nun geliştirdiği yansıtma teorisi üzerine bina edilmiştir. Felsefe tarihinde herhangi bir içtihat yapabilmek (görüş belirtmek) için bütün düşünürlerin yansıtma teorisinden başlaması gerekir.
  • Berna Moran’ın Edebiyat Kuramları ve Eleştiri adlı eserinde ve daha başka kaynaklarda edebiyat teorilerinin “eser, okur, yazar, cemiyet” kavramlarından hareketle bina edildiği hususu çok işlenir. Gerçekten de edebî teoriler, bu dört kavramın hareket noktası olarak seçilmesiyle geliştirilmiştir ki yansıtma teorisinin idea olarak kabul ettiği değerler, eser dışı bir hareket noktası olarak düşünülmüş ve sonraki dönemlerde idea’nın “çevre, cemiyet, eser dışı şartlar” olarak kabul edildiği görülmüştür.
  • Yansıtma teorisi, günümüzdeki edebî teorilerin ve akımların temelidir. Her teorisyen, öncelikle idea ve mimesis alakasını düşünerek kendi disiplinini oluşturur. Mesela tarihî eleştiri, sosyolojik eleştiri ve Marksist eleştiri, yansıtmanın yeni yorumlarla zenginleşmesinden ibarettir.
  • Yansıtma teorisi, Sokrat’ın temelini attığı şekliyle klasik inanç sistemindeki tek yaratıcı inancına bağlıdır ve putperest anlayışlara karşıdır. Eğer Yaratıcı’mn kendi hiyererşisi içinde tevhid, vâhid, muvahhid ve ehad anlayışları olmasa idi “kûn fe yekûn” anlayışını teyid eden bir idea yansımasının tek merkezden mimesis’e (yani kâinata ve içindeki varlıklara) model olması düşünülemezdi.
  • İslam inancına göre “kûn fe yekûn” anlayışının sadece madde planında bir evren kabulü olmadığı, aynı zamanda ahiret (öbür dünya) anlayışının da yaratılmış olduğu düşüncesi vardır. İdea-mimesls ilişkisinde ahirete ait bir mimesis metodu, bu zamana kadar yeterince incelenmemiştir. Ahiretin de mimesis içinde olup olmadığı Sokrat’ın kurduğu yansıtma teorisinin tartışmaya açık bir tarafıdır ve bu hüküm, İslam inancının bütünlüğü içinde anlaşılması gereken bir husustur.
  • Yansıtma teorisinin tasavvuf anlayışı içindeki Vahdet-i Vücûd teorisine olan benzerliği, bu teorinin İslam mütefekkirleri tarafından çok incelenmesine sebep olacaktır. Gerçekten de bir merkezden yansıma ile oluştuğu var sayılan mimesis’in, bu dünya Allah’tan bir parçadır veya “lâ mevcûde illâ hû” (Allah’tan başka mevcut yoktur.) önermelerine yakın olduğu görülmektedir. Günümüzde “lâ mevcûde illâ hû” anlayışının “lâ mâbûde illâ hû (Allah’tan başka ilah olmadığı)” kabulü ile yer değiştirmesinin daha doğru olduğu düşünülmektedir.
  • Platon’un fayda ve estetik olan değerlerin yer yer çatışmasıyla faydayı tercih ettiği, tarih ile felsefenin edebiyattan üstün olduğu sonucuna vardığını biliyoruz. Aristo ise, idea-mimesis anlayışını somut uyarıcıların ve bilgi tasnifinin ışığında incelemiş, günümüzde kullanılan veri-ispat sistemi ile bilimlerin gruplandırılması bilgisinin temelini atmıştır. Böylece, Sokrat’ın ilk işaretlerini verdiği yansıtma teorisi değişmiş, yeni anlayışlar ile birlikte yansıtma teorileri diyebileceğimiz çokluk anlayış zuhura gelmiştir (ortaya çıkmıştır).

(‘Edebiyat Kuramları‘)

Tags:

Düşüncelerinizi Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir