Ergenekon Destanı

Ergenekon Destanı Hakkında Kısaca Bilgi

Bu destan, Türk mitolojisinin önemli destanlarından biridir. Ergenekon Destanı, Türklerin atalarının yaşadığı zorlu koşulların sembolik bir anlatımıdır. Destanda, Türklerin ölüm kalım mücadelesi, Ergenekon vadisine girişleri ve burada yeniden doğuşları anlatılır. Ergenekon Destanı’nın kökeni hakkında farklı teoriler mevcuttur.

Bazı kaynaklar, destanın Orta Asya’da yaşayan Türk boyları arasında yaygın olduğunu ve zamanla farklı versiyonlara ayrıldığını belirtir. Diğer kaynaklar ise destanın Orta Asya’dan Anadolu’ya Türklerin göçü sırasında getirildiğini ve burada yerleşik hayata geçişin sembolik bir anlatımı olduğunu savunur.

Tarihçesi ve Derlenmesi

Ergenekon Destanı Göktürklere ait destanlardan biridir. Bu destanı yazılı hale getiren ilk kişi Moğol devletinin tarihçisi Reşideddin adlı tarihçidir. Bu tarihçi Fars diliyle Câmiü’t-Tevarih’te anlatırken Ergenekon Destanını pek çok yönden Moğol kültürünün özelliklerini de karıştırmıştır.

Esasında Moğol boyları, genel anlamda Türk boylarının bir kısmıdır. Bu her iki ulus da dilleri ve pek çok açıdan birbiriyle benzerlik gösterir. Söylentiye göre her iki ulus da Nuh peygamberin oğlu olan Bulca-Han’ın neslinden gelmiştir. Bulca-Han, tüm Türk boylarının atasıdır. Nuh peygamberin ölümünden sonra uzun zamanlar geçmiştir. Tabi ki bu uzun zaman dilimleri içerisinde yaşananların pek çoğu unutulup gitmiştir.

Türklerin önceleri yazıyı kullanmadıkları için kitapları bulunmamaktaydı. Bunun nedenle geçmişteki olayları ve yaşadıklarını yazıya geçirmemişlerdi. Bu nedenle günümüzde anlatılan tarihi olayları da yakın dönemlerde söylentilere ve ağızdan ağıza aktarılan bilgiler aracılığıyla öğrenmekteyiz. Türk boylarının yurtları çoğunluklar birbirine yakındır. Bu nedenle de her boyun yöresinin, nereye dek uzadığı, hemen hemen herkes tarafından bilinirdi. Türklerin yurtları, Uygurların sınırlarından başlayıp Hıtay ve Cürçet diyarına dek uzanır. Bu yörelere günümüzde Moğolistan denilmektedir.

Konusu

Moğol ülkesinde Oğuz Han soyundan İl Han’ın hakanlığı esnasında Tatar hakanı Sevinç Han, Moğollara saldırdı. İl Han’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da destek alarak mağlubiyete uğrattı. İl Han’ın vatanındaki herkesi öldürdüler. Sadece İl Han’ın karısı Nüküz Katun, küçük oğlu Kıyan ve yeğeni ile kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler.

Türkler, savaşçı ruhları sayesinde zorlu koşullara dayanarak Ergenekon vadisine ulaşırlar. Burada Türkler, demir dağlarla çevrili bir vadiye sıkışırlar ve burada yüz yıllarca yaşam mücadelesi verirler. Sonunda bir kurt, demir dağlardan geçen bir yolu gösterir ve Türkler bu yoldan çıkarak özgürlüklerine kavuşurlar.

Destanın önemli bir diğer özelliği ise Türklerin yeniden doğuşu ve devlet kurmalarıdır. Ergenekon vadisinden çıktıktan sonra Türkler, Anadolu’ya yerleşerek burada yeni bir hayat kurarlar. Bu yeni hayat, Türklerin bir arada yaşama kültürünün temelini oluşturur ve Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir.

Ergenekon Destanı, Türk kültürünün önemli bir parçasıdır. Destan, Türklerin savaşçı ruhunu ve dayanıklılığını sembolize eder. Ayrıca, Türk tarihinde yaşanan zorlu koşulların bir anlatımıdır ve Türklerin yeniden doğuşu ve devlet kurmalarının sembolik bir anlatımıdır. Bu yönüyle Ergenekon Destanı, Türk tarihi ve kültürü açısından önemli bir kaynaktır.

Ergenekon Destanının Kısaca Özeti

Savaşta yenilen Türkler Ergenekon adlı bir böl­geye yerleşip burada dört yüz yıl yaşadılar. Za­manla buraya sığmaz olunca, çevrelerindeki demir­den dağı eriterek kendilerine yol aramışlardır.

Moğol ilinde Oğuz Kağan soyundan il Han’ın hükümranlığı sırasında Tatar Türklerinin hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş ilan etti. ilhan’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak bozguna uğrattı. ilhanın ülkesindeki tüm insanları öldürdüler. Yalnız il Han’ınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kurtulmayı başardılar.

Düşman askerlerinin, onları bulamayacağı bir yere kaçmaya karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular,pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler.

Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında “Ergene” kelimesiyle “dik” anlamındaki “Kon” kelimesini birleştirerek “Ergenekon” adını verdiler. Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki Ergenekon’a sığmadılar. Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu. Ergenekon’un çevresindeki dağlarda geçit aradılar.

Bir demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İlhan’ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski vatanlarına döndü, atalarının intikamını aldılar.

Ergenekon’dan çıktıkları gün olan 21 Mart’ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyup döverler. Ergenekon Destanı için bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.

Ergenekon Destanı Özellikleri

  • Kökeni ve tarihi: Ergenekon Destanı’nın kökeni Orta Asya’ya dayanır ve Türk boylarının tarihi göçlerine ve yeniden doğuşlarına ilişkin bir anlatımdır. Destanın Türklerin tarihi, milli mücadeleleri, göçleri ve yeniden doğuşları ile ilgili olduğu düşünülmektedir.

 

  • Konusu: Destan, Türklerin Anadolu’da varlıklarını sürdürmeleri için büyük bir sıkıntıdan sonra yeniden doğuşlarını anlatır. Ergenekon adı verilen yerde, Türklerin düşmanları tarafından kuşatılmaları sonucu kurtuluşlarını sağlayacakları bir çıkış yolu aradıkları anlatılır. Çıkış yolu olarak dağları eriterek bir yol açmaları anlatılır.

 

  • Dil ve anlatım: Ergenekon Destanı, Türk destanlarındaki diğer eserlerde olduğu gibi, Türk dilinin zenginliklerini yansıtan bir yapıya sahiptir. Destanda, doğal güzellikler, coğrafya, çevre, hayvanlar ve bitkiler gibi unsurlar detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Ayrıca, destanda kullanılan dil ve anlatım tarzı, Türk kültürünün ve edebiyatının özelliklerini yansıtmaktadır.

 

  • İnandırıcılık: Ergenekon Destanı’nın en önemli özelliklerinden biri, inandırıcılığıdır. Destan, Türklerin tarihi ve kültürel yapılarına uygun bir anlatım tarzı benimser ve bu nedenle dinleyiciler tarafından kolayca kabul edilir. Ayrıca, destandaki kahramanların ve olayların gerçekçi bir şekilde anlatılması, destanın inandırıcılığını arttırır.

 

  • Milli birliği vurgulaması: Ergenekon Destanı, Türklerin milli birliğini ve beraberliğini vurgulayan önemli bir eserdir. Destandaki olaylar, Türklerin bir arada hareket etmelerinin ne kadar önemli olduğunu anlatır. Bu nedenle, Ergenekon Destanı Türk kültüründe milli birlik ve beraberliği sağlama açısından büyük bir öneme sahiptir.

Ergenekon Destanının Metni

ERGENEKON DESTANI

Türk illerinde Göktürk oku ötmeyen. Göktürk kolu yetmeyen bir yer yoktur; yani ülkeye Göktürkler hakimdi. Bu durum ise, diğer öteki kavimlere acı geliyordu, üstelik Göktürkleri de kıskanıyorlardı Bir araya gelip birleştiler ve Türklerden öç almağa karar verdiler, onların üzerlerine yürüdüler.
Bunun üzerine Göktürkler de çadırlarını ve sürülerini bir yere topladılar. Çevresine de hendek kazıp beklediler.

Düşman gelince de savaşa başladılar. Savaş, on gün sürdü. Sonunda Göktürkler üstün geldi.
Bu yenilgi üzerine Göktürklere düşman olan kavimler büsbütün hiddetlendiler, av yerinde toplandılar ve bir arada konuştular. Dediler ki: “Göktürklere hile yapmazsak işimiz sonunda pek yaman olacak. ”
Bu konuşmadan sonra, tan ağarınca, sanki baskına uğramışlar gibi, işe yaramayan mallarını bırakıp kaçtılar. Bunu gören Göktürkler: “Düşmanlarımızda savaşacak hal kalmadı, kaçıyorlar” diye düşünerek, kaçanların arkasına düştüler.

Düşmanlar, Göktürkleri görünce hemen geri döndüler, Göktürkleri gafil avladılar, vuruşmağa başladılar. Düşmanlar galip geldi, Göktürkler yenildi. Düşman, Göktürkleri vura öîdüre çadırlarına kadar geldi. Çadırlarını ve mallarını öyle bir yıkıp yağmaladılar ki bir ev bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri kul edindiler ve her birini alıp kendi evlerine götürdüler.

O zamanlar Göktürklerin başında İl Han hakan olarak bulunuyordu. İî Han’ın da birçok oğlu vardı. Çocukların hepsi bu savaşta öldü. Yalnız Kayan adındaki en küçük oğlu sağ kaldı. Kayan (Kayı Han) o yıl evlenmişti. İl Hanın Tukuz (Dokuz Oğuz) adında bir de yeğeni vardı. Kayan ile Tukuz (Kayı Han ile Dokuz Oğuz) her ikisi de düşmana esir olmuşlardı. Fakat on gün geçmeden, kadınlarını da kurtarıp beraberlerine alarak atlanıp bir gece düşmandan kaçtılar ve esirlikten kurtuldular.

Göktürk yurduna geldiler. Burada düşmandan kaçıp gelen birçok deve, at öküz ve koyun buldular. Oturup düşündüler: “Dört bir yanımız düşman dolu bizi yaşatmazlar” dediler; “En iyisi dağların içinde insan yolu düşmez sapa bir yer bulup orada yerleşelim” diye karar verip, sürülerini de alarak dağa doğru varıp göçtüler.

Gide gide, geldikleri yoldan başka geçilecek başka bir yolu olmayan bir ülkeye vardılar. Bu yol öyle bir sarp ve sapa yoldu ki bir deve bir at bin güçlükle yürürdü, yanlış bir yere ayağını bassa paramparça olurdu. Göktürklerin vardıkları ülkede akar sular, büngüldekler, türlü bitkiler, meyve ağaçları ve avlar vardı. Böyle bir yeri görünce Tanrıya şükrettiler.

Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler, derisini giydiler. Ve bu ülkenin adına Ergenekon dediler. İlk dört soruyu Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Türk Destanları adlı kitabından alman yukarıdaki Ergenekon Destanı’na göre cevaplayınız.

Düşüncelerinizi Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir