Türklerde Tarih Yazıcılığı

Türkiye’de (Türklerde) Tarih  Yazıcılığının Gelişimi

Osmanlı Döneminde Tarih Yazıcılığı

Osmanlı Devleti’nde tarih yazıcılığı, devletin politikasını yansıtmak amacıyla başlamıştır. Padişahların hayatları, siyasi faaliyetleri, eleştirilmeden yazılmıştır. Osmanlı tarihçiliğinde II. Murat dönemi önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde Tevârih-i Âli Osman adıyla başlayan anonim eserler yazma geleneğinin en ünlü temsilcisi Aşıkpaşazade’dir. Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren Osmanlı tarih yazıcılığında yeni bir aşamaya geçilmiş Şehnamecilik adı verilen Fars kaynaklı bir müessese kurulmuştur.

Şehnameci adı verilen görevliler Osmanlı Devleti’nde olayların kaydını edebi ve övücü bir üslupla yazmışlardır. Bu dönemin önde gelen şehnamecilerinden bazıları Kemalpaşazade, Peçevi ve Hoca Sadettin Efendi’dir. XVIII. yüzyılın başlarından itibaren tarih felsefesi ve yazıcılığı konusunda Avrupa’dan etkilenmeler sonucu şehnamecilik resmi bir nitelik kazanarak vakanüvisliğe dönüşmüştür. İlk resmi Osmanlı vakanüvisi, 1655 yılında Halep’te doğan ve asıl adı Mustafa olan Naima Efendi’dir. Naima tarihi, içerik itibariyle olayları kronolojik bir sıra içerisinde nakleden geleneğe sıkı sıkıya bağlıdır. Olaylar dışında sosyolojik olarak çok yönlü değerlendirmeler yapar.

XIX. Yüzyılın ünlü vakanüvisi Ahmet Cevdet Paşa ile Osmanlı tarih yazıcılığında yeni bir dönem başlamıştır. Ahmet Cevdet Paşa önceki meslektaşlarından farklı olarak eserlerini arşiv belgelerine dayandırmış, sadece olayları anlatmakla kalmayıp olaylara etki eden sosyal, ekonomik ve psikolojik etkenleri de göz önünde bulundurmuştur. İkinci Meşrutiyet döneminde Seignobos gibi Fransız Metodik Okulu’nun temsilcilerinin eser ve fikirlerinin Osmanlı tarih yazarları üzerinde önemli bir etkisi vardır.

1910’lu yıllarda Darülfünun’da Ulum-i Edebiye şubesi içerisinde Tarih bölümü açılmıştır. Fuat Köprülü gibi Cumhuriyet döneminin önemli tarihçilerinden bazıları akademik hayatlarına bu yıllarda Darülfünunda başlamıştır. Bu dönemde Osmanlı Devleti ile Almanya arasındaki yakınlaşma nedeniyle Darülfünun’a gelen Alman bilim adamlarının tarih araştırmalarının gelişmesinde katkısı olmuştur. Bu bilim adamlarından J. H. Mordtmann, Darülfünunda tarih metodolojisi dersi vermiş ve bu dersin notları 1918’de İlm-i Usul-i Tarih adıyla yayınlanmıştır.

Bernheim’in metodolojik yaklaşımlarını esas aldığı belirtilen Mordtmann, daha sonra tarih metodolojisi kitaplarında da süren bir sınıflama olarak tarih yazımını nakli tarih, pragmatik tarih ve genetik tarih olmak üzere üçe ayırmıştır. Yirminci yüzyılın başlarında birer tarihî kimlik olan Osmanlıcılık ve Türkçülük tanımları arasındaki çelişkilere dayalı kurumlaşmalar gerçekleşmiştir. Avrupa’da olduğu gibi milliyetçi fikirlerin yayılmasına paralel olarak Osmanlı tarih yazıcılığı da yeni bir safhaya girmiştir.

Bazı cemiyetler ve yayın kuruluşları bünyesinde teşkilatlanan milliyetçilik; tercüme faaliyetleri, uyarlamalar ve yeni edebî türlerin tanıtımıyla yayılmaya başlamıştır. Finlandiya ve Macaristan gibi yeni kimlik kazanmış ülkelerin takip ettiği edebî ve millî kurumlaşma ile yayın faaliyetleri Osmanlı Devleti’nde de gelişmiştir. Bilime, milliyetçi akımlara ve Türkçülüğe duyulan ilgi; Türk Derneği, Tarih-i Osmanî Encümeni, Asar-ı İslâmiye ve Millîye Tedkik Encümeni, Türk Ocakları gibi kurumlarda ve bu kurumların yayınlarında yer almaya başlamıştır. Bu kurumlar ve çıkardıkları yayınlar, devlet veya toplum olarak Osmanlı realitesinin içinde ya da dışında olsun Türk kimliğine bağlı daha güçlü bir milliyetçilik için mücadeleyi öngörmüştür.

Tarih bilimine ilgisi ile tanınan Sultan V. Mehmet Reşat’ın önderliğinde, Osmanlı Tarihi’ni terk edilmişlik ve sahipsizlik durumundan kurtarmak için etraflı bir Osmanlı Tarihi’nin yazılması ve Osmanlı Tarihi’ne ait belgelerin toplanması amacıyla, 27 Kasım 1909’da Tarih-i Osmanî Encümeni kurulmuştur. Bilimsel metotlara ve sosyolojiye duyulan ilgi; Fuat Köprülü, Ziya Gökalp ve benzeri gibi tarihçiler tarafından kurulan ve aralarında Alman, Macar ve Fransız üyelerin de yer aldığı “Asar-ı İslâmiye ve Millîye Tedkik Encümeni”nde anlamını bulmuştur. Millî Tetebbular Mecmuası, tarihin sosyal ve kurumlaşma açısından incelenmesi yönünden oldukça önemli bir yere sahiptir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında bazı siyasî tarihçiler yetişmiş ve görevlendirme yoluyla bazı siyaset adamları tarihçi olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde çok sayıda tarihçi uzman bulunmadığından ve tarihin yazılması siyasî bir görev olarak görüldüğünden, milliyetçi liderler ve aktif siyaset adamları bir tür tarihçiler grubu olarak tarih yazıcılığını üstlenmiştir. Türkiye’de olduğu gibi başta Fransa olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinde kimlik oluşturmak amacıyla kültür unsurları milliyetçi ideolojiyle bütünleştirilmiştir.

1903-1923 döneminde ve özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında (1923-1933) Türkiye’de yetişen ve Anadolu dışındaki Türk ülkelerinden gelen tarihçiler, milliyetçiliğin Türkçülük biçiminde anlaşılabilmesi için mücadele veren siyasî eğilimli kişilerdir. Bu isimler arasında Yusuf Akçura, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Fuat Köprülü, Ahmet Ağaoğlu ve Necip Asım (Yazıksız) önde gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Mustafa Kemal’in öncülüğünde başlayan tarih çalışmaları, 1928-1929 yılları arasında bazı sonuçlar vermiş ve bu çalışmalar notlar hâlinde yazılarak yayımlanmıştır.

Kurum düzeyinde ilk teşebbüs, Türk Ocaklarının kapatılmasından birkaç ay önce, Türk Ocaklarının Altıncı Kurultayında Ocaklara bağlı Türk Ocağı Türk Tarih Heyeti’nin kurulmasıyla olmuştur. Nisan 1930’daki bu değişiklikten hemen sonra Haziran 1930’da Türk Ocakları kapatılarak Cumhuriyet Halk Fırkası bünyesinde eritilmiştir. Bir yıl sonra, 12 Nisan 1931’de Türk Tarih Heyeti kurucularınca Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin amacı, Osmanlı Tarih Cemiyetinden farklı bir çizgiyi belirlemek ve Türk tarihini yeniden yazmaya yönelikti.

Not:

  • İbni Haldun’un Klasik Dönem Osmanlı tarihçiliği üzerindeki tesiri özellikle 16. yüzyıldan itibaren artış gösterdi. Bu etkinin ilk örnekleri Kemal Paşazadede görülür. 17. yüzyıl tarihçilerinden Hazarfen Hüzeyin ve Müneccimbaşı Ahmet Dede gibi tarihçilerde ise etki daha belirgin hâle gelmiştir. Kâtip Çelebi, “Dustûru’ Amel”adlı eserinde Osmanlı Devleti’nin zayıflamasını izah ederken İbni Haldun’un etkisi dikkati çeker.
  • İlk Osmanlı resmî tarihçisi vakanüvis Mustafa Naima Efendi’nin “Naima Tarihi” adı verilen eserinde İbni Haldun’un tarih anlayışının izleri görülür. Osmanlı tarihçiliğinin dönüm noktası sayılan ve 19. yüzyılın en önemli Osmanlı tarihçisi olan Ahmet Cevdet Paşa eserlerinde İbni Haldun’un bakış açısını benimsemiştir

        İran etkisindeki Büyük Selçuklular Dönemi eserlerinden bilhassa siyasetnameler Osmanlı tarih yazarlarına ilham vermiştir. Örneğin ünlü Selçuklu Veziri Nizâmülmülk’ün Siyasetname’si ile Ebu Hamit Muhammed Gazali’nin Nasihatü’l-Müluk adlı eseri Osmanlı tarihçileri tarafından çok iyi bilinmekteydi.

         Anadolu Selçuklu Devleti ve beylikler zamanında da Türkçe tarih yazıcılığı fazla gelişme gösterememiştir. Bu dönemde din ve hukuk alanında Arapçanın, sanat ve edebiyat sahasında Farsçanın egemenliği devam etmiştir. Bu dönemde yetişen İbni Bibi, Aksarayi, Niğdeli Kadı Ahmet ve Ahmet Eflaki yazmış oldukları eserleriyle Osmanlı tarihçilerini etkilemiş önemli yazarlardır.

    Klasik Dönem Osmanlı tarihçiliği, çağdaşı olan Timurlular, Safeviler ve Memlukler ile de etkileşim içerisinde olmuştur. Osmanlılarda Batı tarihçiliğinin etkisi 18. yüzyıla kadar görülmez. Bu asırdan itibaren önce Batılı kaynaklar kullanılmaya başlanmış, daha geç dönemde Batı’da yükselen yeni tarih anlayışı ile yöntemleri takip edilmeye başlanmıştır. Özellikle 1839 Tanzimat Fermanı sürecinde Batı etkisi daha da güçlendi.

          Türklerde tarih yazımı Osmanlı Dönemi’nde başlamıştır, denilebilir. Osmanlılarda tarihî kayıtların tutulması devlet politikasının bir gereği olarak kabul edilmiştir. Buradaki esas gaye devletin zafer ve başarılarını gelecek nesillere aktarmaktır. Bu nedenle tarih yazımının daha çok devletin askerî ve siyasi başarıları yanında devlet adamlarının hayat hikâyeleri çevresinde geliştiğini görmekteyiz.

Bunun yanında devletin her türlü resmî işlemi kayıt altına almasında ileride doğabilecek hukuki sorunlara kanıt oluşturma düşüncesi vardır. Bu sayede günümüzde İstanbul’da araştırıcılara hizmet veren Başbakanlık Osmanlı Arşivi, belge zenginliği bakımından dünyanın sayılı arşivleri arasında yer almaktadır.

Osmanlı tarih yazıcılığına ait olup kroniklerde bahsedilen ilk örnekler günümüze ulaşmamıştır. Osmanlı tarihini konu alan eserlerde yararlanılan ve günümüze intikal eden en eski örnek Yahşi Fakih’in kaleme  aldığı Menakıb-ı Âl-i Osman adlı eserdir. Bu eserin Yıldırım Bayezit Dönemi’ne kadar yaşanan olayları kapsadığı ve II. Murat Dönemi’nin ilk yıllarında yazıldığı bilinmektedir.

Osmanlı tarihçiliğinin en eski örneği Ahmedi’nin 1390’da yazdığı ve 1403 yılında Yıldırım ; Bayezit’in şehzadelerinden Emir Süleyman’a sunduğu Dasitan-ı Tevarih-i Müluk-ı Âl-i Osman adlı eseridir. Eserde Ertuğrul Gazi’den Emir Sultan’a kadar Osmanlı  hanedanının tarihi anlatılmaktadır. Bu eserlerin  yanı sıra 15. yüzyıl ortalarına ait saray takvimleri ve Tevarih-i Âl-i Osman adı verilen popüler anonim tarihler Osmanlı tarihçiliğinin ilk örnekleri sayılır.

       Osmanlı tarihçiliğinin ilk örnekleri arasında gazavatnameleri zikretmek gerekir. Bu tür eserler düşmanla yapılan savaşları ya da düşman topraklarına yönelik dinî nitelikli akınları konu alırlar. Ayrıca destan türü  menakıbnameler ile fütüvvetnameler de bu grupta değerlendirilebilir.

      Osmanlı tarih yazıcılığının başlangıcı olarak kabul ; edilen II. Murat’tan sonra Fatih Sultan Mehmet Dönemi Osmanlı tarih yazıcılığının kuruluş devri olarak kabul edilmektedir. Özellikle İstanbul’un fethinden sonra tarih yazıcılığında dikkate değer bir canlanma olmuştur. Bu dönemde Osmanlı tarihçileri tarafından ilk defa özgün dünya ve Osmanlı tarihleri kaleme alınmıştır. Ayrıca vakayiname ve monografi denemelerinin sayısı artmıştır.

Not:
Fatih Dönemi’nın tarihçiliği Osmanlı tarih yazıcılığında önemli  bir aşamadır. Bu dönem müellifi Şükrullahin Behçetü’t-Tevarih i adlı Farsça eserinin son bölümü Osmanlılarla ilgilidir.

Türkiye Cumhuriyeti Döneminde Modern Tarih Yazıcılığı

      Türkiye’de modern tarih yazıcılığı Atatürk ile başlar. Atatürk, Türklerin dünya uygarlığına önemli katkıları olduğuna inanmış ve yaptığı pek çok konuşmada tarihten örnekler vermiştir. Millî Mücadele Dönemi’nde Fransız, İtalyan, Yunan ve diğer milletlerin tarihe dayanarak Türkiye topraklarından hak talep etmeleri üzerine karşıt görüş olarak Türk Tarih Tezi’ni geliştirmiştir.

İlki 1932, İkincisi 1937 yıllarında olmak üzere iki kez Türk Tarih Kongresi toplamıştır. Atatürk’ün Türk Tarih Tezi’ndeki amacı dünya uygarlığının gelişimine büyük katkıda bulunduğuna inandığı Türk milletinin tarihinin, tarihsel coğrafyasının bilimsel yöntemlerle araştırılması ve ortaya çıkan sonuçların tüm dünyaya duyurulmasıdır.

    Mustafa Kemal Atatürk 1931 yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyetini kurdurmuş, cemiyet daha sonra 1935’te Türk Tarih Kurumu adını almıştır. Bunu da yeterli görmeyen Atatürk bütün bu çalışmalara Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesini eklemiştir. Bu dönemde Türk tarihçileri kültür ve tarihlerine yönelik eleştirileri cevaplamak üzere araştırmalar yapmışlar ve birçok bilimsel eser ortaya koymuşlardır. Bilhassa tarih ders kitaplarının yazımına önem verilmiştir.

   Türkiye Cumhuriyeti, tarih anlayışını geleneksel Osmanlı tarih yazıcılığının eleştirisi üzerine kurmuştur. Fakat Osmanlı tarih yazıcılığının Cumhuriyet Dönemi Türk tarih yazımında Batı tarih anlayışı kadar metot, üslup ve anlayış olarak önemli etkileri olmuştur. Osmanlı’dan miras kalan tarihçilik geleneğinin Cumhuriyet Dönemi Türk tarih yazımını en çok etkileyen yönü, tarihin devletin varlığı ve yasal düzenin korunması kaygısı olmuştur.

Bunun yanında Osmanlı tarihçiliğinde görülen siyasi hayatın kendi içine dönüklüğü, farklı bir kültür anlayışı ile yola çıkan Cumhuriyet Dönemi tarihçiliğinde de etkisini sürdürmüştür. Osmanlı’nın son dönemlerinde tarih yazımında öne çıkan Mehmet Fuat Köprülü, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp gibi Batı’yı tanıyan, modern tarih metotlarını benimsemiş yazarlar Cumhuriyet Dönemi’nde yeni devletinin millî tarih alanında yaptığı çalışmalara fikirleri ve hareketleriyle üst seviyede katkıda bulunmuşlardır.

       Cumhuriyetçi kadrolar üzerinde Osmanlı’dan gelen akımlar içinde en etkili olanı Türkçülük olmuştur. II. Meşrutiyet Dönemi ile bilhassa 1912 -1913 Balkan Savaşlarının getirdiği siyasi şartlar Türkçülüğün Osmanlı fikir ve siyasi hayatında daha çok etkin olmasına sebep olmuştur.

Türkçü – Turancı aydınları bünyesine toplayan Türk Ocağı, Osmanlı Dönemi’nin en etkin milliyetçi derneği olarak Cumhuriyet Dönemi’ne intikal etmiştir. Türk siyasetine hâkim olan isimlerin hemen hemen tamamı Türk Ocağı menşeli insanlar idi. Dolayısıyla Cumhuriyetin kurulmasıyla Türkiye’de tarih çalışmaları millî devlet ve onun takip ettiği milliyetçilik fikriyle gelişmiştir.

      Türkiye Cumhuriyeti tarih anlayışının temelinde devletin ve rejimin geleceğinin sağlam temellere oturtulmasını sağlamak, kısaca Yeni Türk Devleti’nin varlık sebebini topluma anlatmak gelmektedir. Bunu sağlamak için Türk Tarih Tezi geliştirilmiştir. Tez, bir taraftan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tarihî temellere bağlamak suretiyle devlete millî kimlik, topluma millî şahsiyet kazandırmak isterken diğer taraftan da Cumhuriyet yönetimini ve beraberinde getirdiği kültürel değişimi ve yapılan inkılapları topluma benimsetmek istemiştir.

Ayrıca Tez ile yıllardan beri Batı dünyasında yerleşmiş Türk milleti, Türk tarihi ve Türk vatanı hak- kındaki yanlış ve maksatlı görüşlere cevap verilmek istenmiştir. Aynı zamanda Türk milleti ile Batı dünyası arasında ortak noktalar ortaya çıkarılarak Türkiye’nin Batı dünyasına yaklaştırılması ve böylece Batı medeniyet değerlerinin kolayca benimsenmesinde tarihten yararlanılması hedeflenmiştir.

       Tarih çalışmaları aynı zamanda dil çalışmaları ile birlikte yürümüştür. Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi ile güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bir bakıma Türk Dil Teorisi ile Türk Tarih Tezi bütünleştirilmiştir.

           Türk Tarih Tezi olağanüstü bir dönemin ürünüdür. Bu yüzden yeni rejimin karşı karşıya kaldığı her türlü problemin çözümünü onda arayan bir yaklaşım sergilenmiştir. Bunun yanında Tez’de ileri sürülen Türk tarihi, dünya tarihi ölçeğinde değerlendirilirken tarihî belgelerin yeterli olmadığı veya belgelerin bilimsel yöntemlere uygun gözden geçirilmediği tarihin en az bilinen dönemlerine ağırlık verilmiştir.

Bütün bunlar Türk Tarih Tezi’nde bazı aşırılıkları da beraberinde getirmiştir Toplumda his ve heyecanın öne çıktığı bu olağanüstü dönemlerde tarih araştırmalarında klasik kurallara fazla dikkat edilmediği, bilinen bir gerçektir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki başlangıcında itibaren yapılan tenkitlerin etkisiyle Tez, bu aşırılıkların pek çoğundan vazgeçmiştir.

     Çağdaş Türk tarihçiliğin gelişimine ve günümüze intikaline büyük katkıları bulunan bilim insanları arasında modern Türk tarihçiliğinin kurucusu olarak gösterilen Mehmet Fuat Köprülü ile bu ekolü takip eden Ömer Lütfi Barkan’ı, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’yı, Mehmet Altay Köymen’i, Zeki Velidi Togan’ı, Afet İnan’ı, İbrahim Kafesoğlu’nu ve Halil İnalcık’ı belirtmek gerekir.

Modern Türk tarihçiliğinin gelişmesinde Batılı  tarihçilerin de katkıları bulunmaktadır. Bunlar arasında Bernard Levvis’in Modern Türkiye’nin Doğuşu adlı eseri Batı dünyasına Türkiye’yi tanımada oryantalizm  dışında farklı bir yaklaşım sunmuştur.

Düşüncelerinizi Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir