On Yedinci Yüzyıl Türk Edebiyatı

17. Yüzyıl Türk Edebiyatına Genel Bir Bakış

      17. yüzyıl genel olarak Türk tarihinin kuvvetli döneminin sona erdiği ve gerileme devrinin yaşandığı bir asırdır. Daha önceki asırda başlamış olan karışıklıklar, siyasi çekişmeler Türk dünyasının bütün yaşam alanlarında kendini hissettirir.

       Orta Asya’da Rusya, Türkler’i birbirine düşürerek Sibirya’yı ele geçirir; Kazan’ı zapteder. Orta Asya Türklerini kendi sınırları içerisine çekerek egemenliği altına alma çabasını sürdürür. Türkler’in doğu komşuları Çinliler Türkistan’ı alma isteği içerisindedirler. Komşularının sürdürdüğü bu saldırgan emellerin yanı sıra Orta Asya Türkleri de kendi aralarında bir birlik kuramamışlar, siyasi çekişmeler içerisine düşmüşlerdir, Bu yüzyılda Türk-Hînt İmparatorluğu parçalanma durumuna gelerek, doğunun en parlak Türk devleti olma özelliğini yitirmiştir. Nitekim bir süre sonra 18. yüzyılda Hindistan’da Türk üstünlüğü sona erecek ve Hindistan 19. yüzyılda bütünüyle bir İngiliz sömürgesi olacaktır,

       Azerbaycan yöresi de Safevi-Osmanlı çekişmesine sahne olmaya devam eder. Etnik çatışmalar ve Şii-Sünni mücadelesi 17. yüzyılda da yöerede varlığım sürdürür. Yüzyılın ikinci yarısında, Safeviler Tiflis dahil olmak üzere Gürcistan’ın bir kısmım Osmanlılarca bırakmak zorunda kalırlar.

    16. yüzyılın İkinci yansından itibaren Osmanlı İmparatorluğunda bazı siyasi güçlükler, ekonomik sıkıntılar başlamış olmakla birlikte, bunlar henüz devletin ulaştığı ihtişamı gölgeleyecek durumda değildir. Bu nedenle Osmanlı 17. yüzyıla, önceki yüzyıllarda kazandığı güçlü görünümüyle girer. Başta padişah olarak 2. Mehmed bulunmaktadır. İmparatorluk hâlâ geniş toprakların sahibidir. Bazı devletler örneğin Alman- Avusturya İmparatorluğu, Rus Çarlığı Osmanlı’ya vergi vermektedir. Ancak, zirvede geçirilen bu yıllar uzun sürmez, İmparatorluk bazı olumsuz iç ve dış gelişmeler sonucunda bir süre sonra Duraklama Dönemi’ne girer. Çünkü artık Osmanlı, topraklarına yeni topraklar katamamakta, Osmanlı coğrafyası üzerinde ekonomik sorunlar yaşanmakta, başka nedenlerle birlikte merkezi otoritenin zayıflaması sonucu ortaya çıkan Celali isyanları ciddi sorun olarak devleti uğraştırmaktadır. Nitekim 17. yüzyılın İlk yıllarında başa geçen 1. Ahmed, Celâlî İsyanları nedeniyle I606’da Zitvatorak Antlaşmasını İmzalayarak İmparatorluğun yeni fetihlerde bulunma emellerine son vermek zorunda kalmıştır.

       Böylece, 17. yüzyıl Osmanlı’nın batıda Avrupalılar doğuda ise İranlılarla sürekli savaştığı, içte isyanların idari ve ekonomik bozuklukların yaşandığı bir yüzyıldır. Dokuz padişahın saltanat dönemlerinin idrak edildiği 17. yüzyılda devlet otoritesi sarsılmış, idarî kurumlar bozulmaya başlamıştır, Osmanlı bu yüzyılda Batı’daki gelişmelere ayak uyduramamaktadır.

      Aralarında şair olanlarının da bulunduğu 17. yüzyıl Osmanlı Padişahları ise şunlardır: I. Ahmed, 1. Mustafa, II. Osman, IV. Murad, IV.Mehmed, II. Süleyman, II. Ahmed ve II. Mustafa. 17. yüzyılın sonunda imzalanan 1699 Karlofça Antlaşmasıyla Osmanlı’nın batıdaki toprakları ilk kez Avrupalılar tarafından paylaşılmıştır. Böylece yüzyılın bitiminde “Avrupa’da Türk Gücü” imajı silinmiştir. 18. yüzyılda ise İmparatorluğun topraklan hızla elden çıkmaya başlayacaktır.

     17. yüzyılda Şeybanlı sülalesinden Ebulgazi Bahadır Han Harezm’i elinde bulundurmaktadır. Ebulgazi Bahadır Han, saltanatı sırasında Türk ruhunu canlandırıp milli benliği güçlendirmek amacıyla Türk tarihi yazdırmak istemiştir. Ancak bu işi yapabilecek bir tarihçi bulamadığı için kendisi Şecere-i Terâkîme ve Şecere-i Türk adlı iki önemli eser yazmıştır. Bunlardan Şecere-i Terâkîme Moğol tarihinden esinlenmiş ve Moğol tarihçisi Reşidüddin’in Câmiüİ-Tevârih adlı eserinden yararlanılarak yazılmıştır. Ebulgazi Bahadır Han anılan eserini sözü edilen Moğol tarihindeki Oğuzlara ait bilgilerle, sözlü ve yazılı Oğuznameleri değerlendirerek yazmıştır.

   Şecere-i Terâkîme tıpkıbasım olarak İstanbul’da 1937’de yayımlanmıştır, Ayrıca Rus müsteşriklerinden Kononov, eser üzerinde bir doktora çalışması yapmıştır, Şecere-i Terâkîme üzerindeki en son çalışma Zuhal Kargı Ölmez tarafından yapılmış olup, [ Şecere-i Terâkîme (Türkmenlerin Soykütüğü), Zuhal Kargı Ölmez. Simurg Yay. Ankara 1996  adıyla yayımlanmıştır. Bahadır Han’ın diğer eseri Şecere-İ Türk, 15. yüzyılın ikinci yansından Bahadır Han’ın kendi dönemine gelinceye kadar Harezm bölgesine egemen olan Şeybanlılar’ın yani Özbekler’in ve Yadigaroğulları’nın şecereleri ve tarihleri hakkında bilgiler içerir. Bahadır Han eserini halkın anlayabileceği dille sade Türkçe ile yazmıştır (Abdülkadir İnan, Ebulgazi Bahadır Han ve Türkçesi TOAY, Belleten 1957, s. 29-39). Şecere-i Türk ise önce Ahmed Vefik Paşa daha sonra da Rıza Nur tarafından Türkiye Türkçesine çevrilerek yayımlanmıştır.

     17. yüzyılda Azeri Sahası Türk Edebiyatı, güçlü temsilcilerden mahrum ve sönük olarak geçmiştir. Bu dönemin temsilcisi olarak zikredebileceğimiz en güçlü şair Tebrizli Saib, Türkçe şiirler yazmışsa da sahanın öteki şairleri gibi daha çok Farsça yazdığı için İran edebiyatında yer almıştır. Saib, Fuzûlî‘nin etkisinde kalmış, ancak yazdığı Türkçe şiirlerle aynı zamanda yeni bir edebi cereyanın öncülerinden olmuştur. Şair, Hindistan’da Şah Cihan’ın sarayında ilgi gören, Sebk-i Hindî ekolünün yararlanıcıları arasındadır. Ayrıca dünyaya bakışı, hayat karşısındaki olgun görüşleri ile edebiyatımızda, Hikemi Şiir ekolünün temsilcilerinden olan Nâbî, Koca Râgıp Paşa, Münif gibi şairleri de şiir üslubu ile etkilemiştir. Saib-i Tebrizi, Dîvânı olup, söz konusu eserin kıymetli bir yazma nüshası Ankara da DTCF Kütüphanesi’ndedir

17. Yüzyıl Osmanlı Devletinde Türk Edebiyatının Gelişimi 

Osmanlı Sahası Tarihi ve Sosyal Durum:

               Osmanlı sahası, tarihi ve sosyal çalkantılara rağmen Türk edebiyatının bu yüzyılda en verimli ve parlak alanıdır. Türk edebiyatı, 16. yüzyılda eriştiği olgun ve verimli yapıyı bu yüzyılda da korumuş olup, özellikle yüzyılın ilk yarısında edebi türlerin farklılığı  ile edebi eser sayılarındaki zenginlik bakımından dikkat çekicidir. 17. yüzyılda İmparatorluğun içinde bulunduğu sözü edilen olumsuz gelişmelerin edebiyat üzerindeki etkisi hemen görülmez. Özellikle yüzyılın ilk yansında edebiyat üstünlüğünü korumuştur. Kasidede Nefî, gazelde Şeyhülislâm Yahya, Neşâtî, Nâili yalnızca kendi dönemlerinde değil, daha sonraki yüzyıllarda da diğer şairlere üstat olma vasıflarını sürdürmüşlerdir. Yüzyılın ikinci yansında edebiyatta durgunluk görülür. İkinci dönem şairleri arasında yalnızca Nâbî, usta şair olarak Divan edebiyatındaki yerini almıştır. Bundan böyle artık edebi türlerde öncekileri aşan üstün eserler verilememektedir.

17. Yüzyıl Osmanlı Sahası Türk Şiiri:

       17. yüzyıl Osmanlı sahası Türk şiiri, diğer yüzyıllara göre daha oturmuş ve daha yerli bir yapıya sahiptir. Şiire giren yerli unsurlarla İran edebiyatının etkisi daha da azalmıştır.Bu yüzyılın sanatçıları, Necati, Bakî, Fuzulî başta olmak üzere önceki yılların Türk sanatçılarından esinlenerek kendilerini yetiştirmişlerdir. Şairlerimiz, bir yüzyıl öncesinden başlayarak İran edebiyatı ile eşdeğer eserler ortaya koyduklarını, kaside ve gazelde İranlı sanatçıları aştıklarını, mesnevide ise yeni bir yolda yürümeye başladıkları söylemekle birlikte, Iran edebiyatı ile ilişkilerini de büsbütün kesmiş değillerdir.

17. Yüzyıl Osmanlı Sahasında Üsluplar:

Bu yüzyılda daha önce adından söz ettiğimiz Sebk-i Hindi” denilen bir edebi cereyan, daha doğrusu bir edebi üslûp İran edebiyatında revaçtadır. Sözü edilen bu üslûp, 17. yüzyılda Türk edebiyatına da yansımış ve başta Naili olmak üzere Neşâtî, İsmetî, Fehîm gibi temsilciler yetiştirmiştir. Yüzyılın ikinci yansında Nâbı şiirde duygu ve hayalden çok düşünceye yer vererek, dünya görüşünü, hayat tecrübesini özlü bir biçimde anlatmak suretiyle kendi tarzında yeni bir yol açmış, “hakimane şiiri’ ya da “Hikemî Şiir” dediğimiz yeni bir anlatım yolunu şiire sokmuştur.

17. Yüzyıl Osmanlı Sahsında Dil:

    Bu yüzyılda da dilde bilinçli bir Türkçeleşme çabası görülmemektedir. Ancak şairler belirli ölçüde teknik kolaylığa ulaştıkları için, yani şiirde belirli bir bilgi birikimine ulaştıklarından, sade, özlü şiirler söyleyebilmiş, aruzu Türkçeye daha rahat uygulayabilmişlerdir. 17.yüzyılda münşiyane nesir dediğimiz süslü nesir, geçen yüzyıla göre daha da ağırlaşmıştır. Dini eserlerin yanı sıra tarihler, menakıbnameler gibi bazı eserler arasında ise sade bir dille yazılanlar olduğu gibi, sanatlı nesir üslubuyla yazılanlar da olmuştur. Veysi ve Nergisi bu yüzyılın secili, süslü nesir üslubunun temsilcileri olarak tanınırlar. Kâtip Çelebi ile Naîmâ İse, nesir dilinde orta bir yol izlemişlerdir.

Tags:

Düşüncelerinizi Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir